Son zamanlarda yapılan araştırmalar, yağ dokusunun hormon salgılama işlevi olan hormonal bir organ olduğunu ortaya koydu. Yeditepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Beslenme ve Diyetetik Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Binnur Okan Bakır, yağ dokusunun salgıladığı hormonların beden ağırlığında ciddi etkisi olduğunu ve bu durumun birçok hastalığı beraberinde getirebileceğini söyleyerek, özellikle çocukluk çağı obezitesine dikkat çekti. Bakır, hem yağ dokusunu korumak hem de çeşitli sağlık sorunlarının önüne geçmek için yapılması gerekenleri anlattı.
DEPOLANAN KİMYASALLAR HORMONAL DÜZENLEYİCİ İŞLEVLERİNİ BOZDU
Son yıllarda yağ dokusu ile ilgili yapılan çalışmalara dikkat çeken Binnur Okan Bakır, “Eskiden, yağ dokusu dediğimizde, fazla enerjinin ve yağın depolandığı bir doku düşünülürdü. Ancak son yıllarda, yağ dokusunun yalnızca depolama işlevi ile görevli olmadığı gerçeği ortaya çıktı. Yağ dokusu, hormon salgılama işlevi olan, hormonal bir organ olarak kabul ediliyor. Salgıladığı hormonlarla da beden ağırlığında ciddi bir etkisi olduğu görülüyor. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda yağ dokusunun, bu hormonları düzgün salgılayabilmesinin veya bozulmasının altındaki nedenler araştırılıyor. En başta da çocukluk çağı obezitesi bu konuya ilgi uyandırıyor. Çevremizde maruz kaldığımız endokrin bozucu kimyasallar, obezojenik kimyasallar, çevresel kirleticiler gibi farklı kimyasalların vücuttaki yağ dokusunda depolanarak, hormonal düzenleyici işlevlerini bozduğu ve sekteye uğrattığı ortaya çıktı” diye konuştu.
“Normalde sağlıklı bir yağ dokusu, belli bir vücut ağırlığına ulaştığımızda onu durdurmak ve baskılamak için birtakım hormonlar salgılıyor” diyen Bakır, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu durumda da iştahımız azalıyor, tokluk hormonlarımız artıyor. Yani kendi kendine koruyucu bir düzenlemesi var. Bu sistem bozulduğunda kişi, kilo artışına ve dolayısıyla ağırlık kazanmaya çok daha müsait hale geliyor. Daha fazla kilo artışı, o kimyasalların vücutta daha çok birikmesi demek. Böyle negatif bir kısır döngü var. Özellikle yaşamın erken yılları burada çok belirleyici. Anne karnındaki dönem, yani fetal yaşam ve yaşamın ilk iki yılı çok daha kritik öneme sahip. Evet, yetişkinler de risk altında, diğer yaş grupları da risk altında. Ama en çok hassasiyet göstermemiz gereken ve buna en yatkın, bu gelişimin en hızlı olabileceği ya da kalıcı olabileceği dönem fetal yaşam ve yaşamın ilk 2 yılı. Bu kimyasallar vücutta depolandıkça kanserojenik etkileri de olabilir, farklı hastalıkları tetikleyebilir. Obeziteyle birlikte insülin direnci, insülin direnciyle birlikte Tip 2 diyabetin ortaya çıkışı çok daha hızlı olur.”
PLASTİK KULLANIMINA DİKKAT
Yağ dokusunda biriken kimyasalları içeren ürünlerin başında plastik geldiğini aktaran Bakır, “Plastik, ne yazık ki hayatımızda çokça temas ettiğimiz, kullandığımız malzeme. Plastiğin sertleştirilmesinde kullanılan, Bisfenol A ya da Bifenol A diye telaffuz edilen madde birkaç sene öncesinde ortaya çıktı. Plastik özellikle sıcakla temas ettiğinde maddelerin geçişi kolaylaşıyor. Plastik, bebek biberonlarında çok sık kullanılıyordu. Son yıllarda firmaların birçoğu, biberonların üzerine Bisfenol A içermez diye bir ibare koyuyor. Şu anda plastik üretiminin içeriğinde kullanılan, henüz bilmediğimiz maddelerin ileride saptayacağımız yan etkileri de olabilir. O yüzden plastik kullanıyorsak, sıcak ürünle temasını engelleyelim” dedi.
NASIL ÖNLEM ALINMALI?
Hem hava yoluyla hem gıdadan kozmetiğe kadar birçok ürünün tüketimiyle yağ dokusunda biriken kimyasallar olduğunun altını çizen Bakır, bu durumu önlemenin kısmen mümkün olduğunu söyledi. Bakır, şu tavsiyelerde bulundu:
“Hava kirliliği, büyük bir etken. Özellikle de büyük şehirlerde önüne geçmek pek mümkün değil. Dermal yolla da yağ dokusunda bu kimyasallar birikebiliyor. Fark ediliyordur belki, bazı kozmetik ürünlerinin üzerinde ‘paraben içermez’ ibaresi koymaya başladılar. O yüzden, nasıl ki tükettiğimiz gıdaların etiketini okuyoruz, kozmetik ürünlerinin de etiketlerini okumak lazım. Bir de sanki çürük, yarık, yamalı olan sebze ve meyveler daha organikmiş gibi doğru bilinen bir yanlış var. Sebze ve meyvelerin, kesinlikle bütünlüğü bozulmamış olanı tercih edilmeli. Çünkü bütünlüğünün bozulması demek, orada bir yarık ve çatlak olması demek. Bu da kimyasalların, içine çok daha hızlı geçmesi demek. O nedenle bütünlüğü bozulmamış ve mevsimine uygun meyve sebze tüketilmeli. Bir de onları güzelce yıkayıp, fırçalamak lazım. Ezilmeye müsait meyve-sebzeler daha narin bir şekilde fırçalanıp, yıkanabilir. Et, tavuk ve balık gibi hayvansal kaynaklı gıdalarda da kırmızı etten görünür yağın uzaklaştırılması, tavuğun derisinin çıkarılması ve küçük balıkların tercih edilmesi alınabilecek önlemler arasında.”